NEME LAZIM YÂ HÛ "Deyip de Geçme"
Beni ilgilendirmez, karışmam, ilgilenmem gibi anlamlarda kullanılan bu tâbir tarih boyunca nice büyük devletleri yıkmış, nice mazlumların âhlarının arşı inletmesine sebep olmuştur. Zira halklar arasındaki en büyük karışıklıklar hep bencil ve "neme lazımcı" insanlar yüzünden çıkmıştır.
Bu ifadenin kullanımına dair zikredilen ibretkâr bir kıssada Kanûnî Sultan Süleyman, saltanatının en zirvede olduğu bir vakit, "Acaba bu devran bir gün döner mi, cihana hükmeden Osmanlı da çöker mi?" diye düşünmekten kendini alamaz ve bu endişesini süt kardeşi olan büyük âlim ve mutasavvıf Yahyâ Efendi'ye açar. Yahyâ Efendi, padişahtan gelen mektupta yazılı olan "Sen ilahi sırlara vâkıf bir zâtsın, bizi de aydınlat. Bir devleti yok eden şey nedir? Bir gün Osmanlı da çöker mi? Akıbetimiz ne olur?" suali üzerine günlerce düşünür ve sonunda kısa bir cevap verir:
"Neme lazım be Sultanım?"
Sultan evvela Yahyâ Efendi'nin, onu umursamadığını düşünerek bu cevabını hayretle karşılar, sonra da altında derin bir mânâ olduğuna kanaat getirir. Kalkar, Yahyâ Efendi'nin Beşiktaş'taki dergâhının yolunu tutar ve "Ne olur bizi geçiştirme, sualimizi ciddiye al" der.
Yahyâ Efendi bunun üzerine şu ibret dolu sözleri söyler:
"Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlıklar ayyuka çıksa; bunu işitenler neme lazım, deyip sırt çevirseler; sonra koyunları kurtlar değil de, çobanlar yese; bilenler bunu söylemeyip sussa; mazlumların ve mahzunların feryadı göklere çıksa da, bunu taşlardan başkası işitmese; işte o zaman devletin sonu görünür, hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Çöküş ve izmihlal de böylece kaçınılmaz olur." Yahyâ Efendi'nin bu ikazlarını göz yaşları içerisinde dinleyen Sultan, memleketinde kendisini ikaz eden böyle bir âlim olduğu için Allah'a şükrederek oradan ayrılır.
İnsanlığın başına gelen felaketlerde zalimler kadar, buna göz yuman "neme lazımcılar" da her zaman sorumlu olmuştur. Bu yüzden iyi, kötüyü ancak "neme lazım" deyip de geçmeyen ve "Ben varım!" diyen insanlar sayesinde mağlup edebilir.
BU DA GEÇER YÂ HÛ "Deyip de Geçme"
Roma, Selçuklu, Pers ve Osmanlı İmparatorluğu içerisinde sıkça kullanılmış olan, Osmanlı kültüründe de eklemeler yapılarak devam eden bu kelâm, Osmanlı tekkelerinde "Bu da geçer yâ Hû" şeklini alarak her hânenin, her dükkânın baş köşesinde bir şükür ifadesi olarak yer bulmuştur.
Bir rivayete göre Sultan Mahmud'un, vezirlerine "Ona her baktığımda hüzünlüysem neşeleneyim, neşeliysem hüzünleneyim" diyerek emir buyurduğu yüzüğün üzerinde de yazılı olan bu kelâm-ı kibar ile ilgili Feridüddîn Attâr, Mantıku't-Tayr'da şu manzum hikayeyi anlatmıştır:
Abdalın biri seyahati sırasında uğradığı bir köyde kalacak yer aramaktadır. Köylüler ona Şakir ve Haddad adında iki zenginden bahsederler. Şakir, abdalı evinde ağırlar, yedirir, içirir ve oradan ayrılırken abdal ona, sahip oldukları için şükretmesini söylediğinde "Bu da geçer yâ Hû" der. Abdal aklında bu cevapla birkaç yıl sonra aynı köye yeniden uğradığında Şakir'in bir sel felaketinde tüm varlığının yok olduğunu ve Haddad'ın yanında hizmetçi olduğunu görür. Abdal bu duruma ne kadar üzüldüğünü anlatınca, Şakir ona yine "Bu da geçer yâ Hû" der. Aradan yıllar geçer, abdal yeniden aynı köye uğradığında bu sefer Haddad'ın vefat etmiş olduğunu ve tüm varlığının Şakir'e kaldığını görür. Bu duruma çok sevinen abdala Şakir'in cevabı yine aynıdır: "Bu da geçer yâ Hû". Abdal yollara düşer. Yıllar sonra dostu Şakir'i yine ziyaret etmek istediğinde Şakir'in de öldüğünü öğrenir. Mezarına gider. Mezar taşında "Bu da geçer yâ Hû" yazmaktadır. Abdal "Ölümün nesi geçer ki?" diye düşüne düşüne yine yollara düşmüştür ve Şâkir'in kabrini ziyaret için köye yeniden uğradığında mezar köyü vuran sel felaketi ile kaybolmuş, Şakir'den bir iz bile kalmamıştır.
Bu ifadenin asırlar boyunca, farklı kültürlerde adeta bir ilaç gibi insanları feraha ulaştırmasının altında, hayata dair iyi veya kötü her anın; kederin de neşenin de gelip geçiciliğini hatırlatıyor olması yatmaktadır. İslam kültüründe ise tek ve bâkî olanın Hakk olduğunu müjdeleyen bu terkip, insanları Allah'a teslimiyet noktasında rahatlatması ile iyi ve kötü her hâlin O'ndan geldiğini hatırlatmasıyla bir nevi şükür vesilesidir. Lakin insanoğluna düşen her durumda etkisiz kalıp "Bu da geçer yâ Hû" deyip de geçmek değil, üzerine düşen vazifeyi de layıkıyla îfâ etmektir.
Yayın Yönetmeni: Arzu Ünal
Editör: İlknur Sisnelioğlu
Hat: Rümeysa Havranlıoğlu
Tezhip: Yeşim Karamık Jandar
Baskı Hazırlık: Kemal Kara
Baskı: Mas Matbaacılık
Tıpkıbasım Sayı No: 999/
Yapım: Zevrak Design